28 Şubat 2012 Salı

Ermeni Soykırımı Hakkındaki Yasa Tasarısı...

Fransa Anayasa Konseyi, anayasaya aykırılıktan yasayı reddetmiş. Peki kaçıncı defa Fransa'nın aynı teraneyi tekrarladığını hatırlıyor musunuz? Onlar stratejik ya da bireysel(Sarkozy'nin seçim kampanyası) bu kozu oynayıp duruyorlar. Peki bizim onlara karşı tepkilerimiz hep duygusal olmuyor mu?

21 Şubat 2012 Salı


Allah’(cc)ı tanımak ve gerçek anlamda kulluk görevlerini eda edebilmek ancak ilimle mümkündür.“Kulları içerisinde Allah'tan ancak âlimler korkar, Allah çok bağışlayandır.” (Fâtır, 28) Kur’an-ı Kerim’de ilim övülmüş, bilenlerle bilmeyenlerin bir olamayacağı açıkça belirtilmiştir:“Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Doğrusu ancak akıl sahipleri bunları hakkıyla düşünür.” (Zümer, 9)
Bu zor ve çetin sorumluluğu hakkıyla kavrayabilmek için, insanın sürekli bir eğitime tabi tutulması gerekir. Öğrenmede süreklilik esası vardır.
Müslümanların öğrenmek ve bildiklerini insanlara anlatmak (Tebliğ ve Davet) görevleri vardır. Çünkü İslami eğitimlerden amaç, sadece bilgilenmek değil, aynı zamanda Asr-ı saadette öğretilen İslam’a uygun yaşanmasıdır.
Asrı Saadet'te İslam nasıl öğrenildi? Nasıl yaşandı? Yeniden Saadet Asrına ulaşabilmek için herkesin başucu kitabı. Hayata ve olaylara bakış açınızı değiştirecek muhteşem set...

Her Müslüman'ın kütüphanesinde mutlaka bulunması gereken muhteşem eser çıktı.

52 haftaya 52 dersten oluşan, Tefsir, Akaid, Siyer, İlmihal, Sahabe hayatı'ndan oluşan bu külliyatın ilk cildi çıktı.

Asrı Saadet'e duyulan özlem ve Ümmetin yıldızlarını yakından tanıtacak olan bu kitap her meselede başvuracağınız temel kaynak olacak...

Şamua kağıt, 1. sınıf baskı ve lüks cilk kapağı ile sizlere sunulan Asrı Saadet Dersleri 1 Cilt kitabıyla İslamı ve Müslümanca yaşamayı öğrenecek, çevrenize anlatacaksınız...

NOT: HANIMLARA ÖZEL ASRI SAADET DERS KİTABI ÇOK YAKINDA ÇIKACAK

Bu özel üründen telefonda sipariş vermek isterseniz:


GSM: 0532 404 76 10

19 Şubat 2012 Pazar

Yetim konusu hakkında...

Ebu Hureyre (ra)'den rivayet edildiğine göre, Rasûlüllah (sav) şöyle buyurdu:

"İnsanoğlu öldüğü zaman, bütün amellerinin sevabı da sona erer. Şu üç şey bundan müstesnadır: Sadaka-i câriye, istifade edilen ilim, kendisine dua eden hayırlı evlat."

(Müslim, Vasiyyet 14. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Vasâya 14; Tirmizi, Ahkâm 36; Nesâî, Vasâyâ 8.)

Üstteki hadise nail oluruz inşaallah.

Yetim konusunda güzel gelişmeler oldu. İlk para verildi elhamdulillah. Şubat ayında bir yetime bakmaya başlamış oluruz inşaallah. Bu arada Cansuyu bir yetimin aylık giderini 75 TL olarak belirlemiş.

Mehmet Yılmaz kız bir yetime bakmamızı istedi. Bir yetim seçeceğimiz için bu yardımın sürekli olması gerekiyormuş. Yani aksatılmadan ilerlemesi gereken bir mevzudur.

Önerilerinizi yorumlarda belirtin, eksik bir nokta vardır belki.

İletişimin daha hızlı olması için blogu daha sık takip edelim lütfen.

Vesselam



                                                                MCKENZİE                                                                                      Bir ülke parası üzerindeki kontrolünü kaybederse artık o ülkede kanunları kimin yaptığı hiç önemli değildir

17 Şubat 2012 Cuma

Biraz siyaset...

Mustafa Kamalak: “Emparyalizm önce insanları suç işlemeye itiyor. İçerdeki subayların suçu vardır. Ama suçu işleten de yargı yolunu açan da Amerika’dır”

Oğuzhan Asiltürk:"Ergenekon, altını çizerek söylüyorum Türk ordusunda TSK içinde Amerikan karşıtlarının tasfiyesidir."

Aynı partide bulunan Genel Başkan ve YİK Başkanının böylesine hassas ve önemli bir konuda müphemliğe düşmesi dışarıda ve içeride sıkıntı doğuruyor.

Söylemleri incelersek;
İlk söylemde bir tutarlılık var. Kamalak; bu olayları kukla oyunu misali ile tasvir ediyor. Kukla olanların daha sonra gereğinin kalmadığının hatta yargı yoluyla cezalandırılmasının Amerika'nın planları olduğunu anlatıyor. Yani hükümet bunca darbe planına, faili meçhullera ve cesetlere bizzat bu suçların gerçek işleyicisinin yardımıyla yani Amerika'nın ısmarlamasıyla ulaşmış."

Nihai olarak, söylem makul bir tutarlılık içeriyor. Peki bu doğru mu?
Doğruluğuna ulaşılması kesinlikle zor bir mevzu. Böylesine derin olayların gün yüzüne çıkması çok yıllar alır. Ben olayları tersinden okuyup, şu soruyu sormayı yeğliyorum: Ak Parti hükümeti bu kadar derin bilgilere ve operasyonlara kendi gücü ve iradesi ile ulaşmış olabilir mi?

İkinci söylem ise ilki ile belli noktalarda birleşsede ciddi bir tutarsızlık içeriyor. İkinci söylemdeki tutarsızlık video izlenince daha iyi anlaşılacaktır. Asiltürk; komutanların kendisine bir teveccühü olduğundan bahsedip, Irak'taki çuval hadisesinin komutanlarda ciddi bir Amerika intikamı doğurduğunu ve bu insanların Amerikan karşıtlığından kaynaklı bir tasfiye yaşadıklarından bahsediyor.

Söylemdeki tutarsızlık şurada vuku buluyor. Bu insanlara ciddi suçlar isnat edilmiş. Bu suçları nereye koyacağız? Salt bir Amerikan düşmanlığı bu insanları hapse düşürüyor da onca bilgi,belge nereden ortaya çıkıyor? Ve Oğuzhan Asiltürk "noktasına, virgülüne" kadar bu insanların sadece Amerikan düşmanlığından içeride olduklarından nasıl emin olabiliyor?

Yorumlarınızı ve antitezlerinizi merakla bekliyorum efendim...

Vesselam

16 Şubat 2012 Perşembe

15 Şubat 2012 Çarşamba

Muhafazakarlık üzerine -4- (Bekir Berat Özipek)

Muhafazakar siyasete nasıl bakar? 

   Muhafazakarın siyasete bakışı, insana ve topluma ilişkin bu yaklaşımların doğal bir sonucunu veya mantıksal bir uzantısını ifade eder. Muhafazakarların sempatiyle baktıkları kurum ve değerlerin devlet eliyle tasfiye edilmeye çalışılması, toplumsal dokuyu bozması, onun doğal veya kendiliğinden gelişimine zarar vermesi ve öngörülemeyen olumsuz sonuçlar ortaya çıkarması bakımından adeta bir cinayettir. Bu yüzden muhafazakar, otorite ve hiyerarşiye sempatiyle bakmakla birlikte, siyasi otoritenin bu değer ve kurumlara müdahale etmesine veya yukarıdan aşağıya onları yeniden biçimlendirmeye kalkışmasına karşıdır. Örneğin devlet otoritesine duyduğu saygı, onun ailenin sınırını ihlale kalkışması durumunda biter ve bu aşamada muhafazakar aileyi savunur. 

    Sonuç olarak muhafazakar, siyasete sınırlı bir etkinlik alanı olarak bakar. Ona göre siyasetin amacı hiçbir zaman "yeni bir toplum yaratmak" olamaz. Siyaset, toplumun ortaklaşa yaşamdan kaynaklanan sorunlarını çözmeyi mümkün kılması bakımından faydalıdır; ama "ideolojik siyaset" olmamak kaydıyla. Bu anlamda muhafazakar devrimi sevmez, ama reform veya ıslahat fikrine sıcak bakabilir. Tedrici (gradual) değişimi savunur.

Sonuç 

   Bu özellikleriyle muhafazakarlık, günümüzde liberalizm ve sosyalizmle birlikte, özellikle Batı dünyasına damgasını vuran üç büyük siyasi doktrinden biridir. Yukarıda anlatılmaya çalışılan şekliyle bu fikirleri taşıyanlar, siyasi bakımdan kendilerini genellikle muhafazakar olarak adlandırırlar. Bu temel görüleriyle muhafazakarlık her ülkede farklı renkler alır. Çünkü her ülkenin muhafazakarlarca değerli ve korunmaya layık olan kurum ve değerleri farklıdır. Ancak insana bakışları, değişen içerikleriyle bu ara kurumlara duydukları saygı, tedrici değişimden ve sınırlı siyasetten yana oluşlarıyla, en azından düşünce stili ve siyasi tarz açısından, dünyanın her yerindeki muhafazakarlar ortak bir paydada buluşurlar. Bu ana akım muhafazakarlığı klasik muhafazakarlık olarak adlandırmak ve onu, benzer etiketler taşıyan diğer akımlardan (4) ayırmak mümkündür.

Le prêsident(Bay Başkan)

http://www.youtube.com/watch?v=muWdtKbyOaw

14 Şubat 2012 Salı

Muhafazakarlık Üzerine -3- (Bekir Berat Özipek)

Muhafazakar topluma nasıl bakar? 

   İnsan ve doğasıyla ilgili bu yaklaşım, bir muhafazakarın topluma nasıl baktığını anlamanın da anahtarıdır. Ona göre toplumu oluşturan değer ve kurumlar, insanın eksikliklerini gidermesi ve onun varoluşuna anlam kazandırması bakımından hayati bir önem taşır. Bu kurumların başında ise, "bireyin hafızası" ve "kalesi" olan aile gelir. Ona göre bireyin içine sığınacağı bu liman ne kadar sağlam olursa, toplum da o kadar güven içinde olacaktır. Aynı şekilde, gelenek gibi "zamanın testinden geçmiş ve kalımlılığını ispatlamış" olan diğer kurumlar da, sağlıklı bir toplumun yapı taşları anlamını taşır. Başta din olmak üzere, toplumu oluşturan bireye bir aidiyet duygusu kazandıran değer ve semboller de, -hatta dogmalar bile- onun için önemlidir. Muhafazakar için bu değer ve kurumları koruma, toplumu bir aile gibi bir arada tutma kaygısı, zaman zaman onu paternalist bir devlet anlayışına götürür(2). Çoğu muhafazakar için toplum bir aile gibidir. Onu bir arada tutan bağları korumak gerekir. Bu anlamda onun için, örneğin ekonomik bakımından toplumda bir gelir uçurumun ortaya çıkması, Benjamin Disraeli'nin ifadesiyle toplumun "iki millet" haline gelmesi, endişe verici bir durumdur. Bu yüzden, klasik bir liberalden farklı olarak, zaman zaman "yeniden dağıtımcı (re-distributive)" iktisat politikalarına yakın durabilir(3)

Muhafazakar için aileden dini olan ve olmayan cemaat yapılarına, hayır amaçlı geleneksel kurumlardan ve ekonomik dayanışma amaçlı mesleki kurumlara kadar, bireyin içinde yer aldığı bütün bu ara kurumların siyasi bakımdan çok özel bir anlamı daha vardır. Bu kurumlar, yine Burke'ün ifadesiyle, bireyi siyasi otoriteye karşı koruyan "küçük müfrezeler" gibidir ve onların zayıflaması veya yokluğu durumunda birey, devlet karşısında "çıplak ve silahsız" kalır. Bu yaklaşım, günümüzde demokrasiyi savunan farklı siyasi perspektiften pek çok bireyin de altına imza atabileceği güçlü bir argümanı ifade eder. Nitekim XX. yüzyılın en önemli muhafazakar düşünürlerinden, sosyolog ve tarihçi Robert Nisbet, Fransız Devriminden sonra ara kurumların tahrip edilmesiyle, insanı ezen totaliter devletin ortaya çıkışı arasında anlamlı bir ilişkinin varlığını vurgular. 

13 Şubat 2012 Pazartesi

Muhafazakarlık Üzerine -2- (Bekir Berat ÖZİPEK)

Muhafazakarlık insana nasıl bakar?

Bu tanımı açacak olursak, bir muhafazakar, her şeyden önce, mütevazı bir insan tahayyülüne sahiptir. Ona göre insan, yaratılışı veya doğası gereği sınırlı bir varlıktır. Bu kavrayış, özellikle Aydınlanma ile gelen insan anlayışına duyulan bir tepkiyi ifade etmektedir. Bilindiği gibi Aydınlanma, insana olağanüstü bir iyimserlikle bakmış, insana ve insan aklına temel, kurucu bir rol atfetmiş ve "aydınlanmış akla" sahip insanın dünyayı anlama ve dönüştürme potansiyelini alkışlamıştır. Ancak XVIII. yüzyılın filozoflarının pek çoğunun hararetle savunduğu bu yaklaşım, özellikle sonraki gelişmeler ışığında, bir tepki birikimini de beraberinde getirmiştir. Fransız Devriminden sonra, özellikle Aydınlanma fikirleriyle beslenen ve kendilerinde, şu veya bu yönde, bütün bir toplumu ve dünyayı dönüştürme kapasitesi gören lider ve kadroların insanlığı içine sürükledikleri felaketler ve bu süreçlerde yaşanan acılar, zaman içinde belirginleşecek olan muhafazakar bir insan tasavvurunun da zeminini oluşturmuştur. Bu bağlamda bir muhafazakar, insana tarihten, gelenekten, dinden ve ona kimliğini veren diğer kurumlardan bağımsız bir biçimde bütün bir dünyayı anlayabilecek ve dönüştürebilecek kurucu bir özne gözüyle bakmaz. Tersine, ona göre insan mükemmel olmayan ve hiçbir zaman da olamayacak bir varlıktır ve ancak bu kurum ve değerlerle desteklendiği zaman güçlü olabilir. Edmund Burke'ün, "birey değil, tür bilgedir" derken kastettiği budur. Muhafazakarlığın bu insan tasarımının dini olan ve olmayan kaynakları vardır. Ona göre din, örneğin Hıristiyanlığın "ilk günah doktrini", insanın mükemmelleştirilemeyeceğini vurgular. Dindar olmayan veya ateist muhafazakarlar ise aynı sonuca, tarihi ve siyasi pratikten yola çıkarak ulaşırlar.

12 Şubat 2012 Pazar

Muhafazakarlık Üzerine -1- (Bekir Berat ÖZİPEK)

Muhafazakarlık nedir ?

Muhafazakarlık gündelik hayatta sıkça kullanılan bir kavramdır. İnsanlar bazen kendilerinin veya başkasının dünya görüşünü belirtmek, bazen bir tutumu övmek veya yermek, bazen iktidarı bazen de muhalefeti tanımlamak için bu kavrama başvururlar. Bu yüzden, sıkça kullanılan bütün kavramlar gibi muhafazakarlık da, bazen gerçek anlamının dışında, yanlış kullanımlara maruz kalabilmektedir. Bu bağlamda, öncelikle muhafazakarlıktan anlaşılması gerekenin ne olduğuna ilişkin bazı açıklamalar

Kavramın anlamı

Muhafazakarlık, genel olarak iki biçimde anlaşılabilir. Bunlardan ilki, onu bir tutum anlamında kullananların kastettiğidir. Bu anlamda muhafazakarlık, değişime duyulan bir tepkiyi ifade etmek için kullanılır. Ancak değişim karşıtlığını ifade etmek için bu kavramın kullanılması doğru değildir. Çünkü bunun sözlüklerdeki karşılığı "tutuculuk"tur, ki bu tutum, liberalinden sosyalistine, muhafazakarından sosyal demokratına kadar pek çok insanda varolabilir. Bu bağlamda, bir tutumu tanımlamak için başvurulan bu yanlış kullanımın konumuzla ilgisi bulunmamaktadır. İkincisi, ki konumuzla asıl ilgili olanı budur, muhafazakarlığın bir fikir ve bir ideoloji olarak sahip olduğu anlamı ifade eder. Bu anlamda muhafazakarlık, insanın akıl, bilgi ve birikim bakımından sınırlılığına inanan, bir toplumun tarihsel olarak sahip olduğu aile, gelenek ve din gibi değer ve kurumlarını temel alan, radikal değişimleri ifade eden sağ ve sol siyasi projeleri reddederek ılımlı ve tedrici değişimi savunan ve siyaseti, bu değer ve kurumları sarsmayacak bir çerçeve içinde sınırlı bir etkinlik alanı olarak gören bir düşünce stili, bir fikir geleneği ve bir siyasi ideolojidir.

6 Şubat 2012 Pazartesi

VAKIFCILIK OYUNU...

4 Şubat 2012 Cumartesi

İlmihâl Okumaları



http://ilmihalokumalari.blogspot.com/

http://www.youtube.com/watch?v=Sc1reZ8MACQ

Bu video ve Ebubekir Sifil'in blogda yayınlanan röportajına binaen bu okumaları başlatalım diye ek blog açtım. Takip etmek isteyenlerle okumaları burada yayınlayabiliriz.

1 yılda sanırım yandaki Mehmet Talu Hoca'nın sadeleştirdiği Ömer Nasuhi Bilmen'in yazdığı İlmihali bitirebiliriz. Kitap internette 14 Lira.

Katılacak arkadaşlar yorumlarda belirtsinler.

Vesselam
ÖNEMLİ

"Müslümanlar, bir bedenin azaları gibidir" buyuruyor Efendimiz, "Bir azanın başına bir iş geldi mi diğer tüm azalar bunu hisseder."
Bizim de yüreğimiz kanadı, bu mektubu okuyunca... Yetim olmak zor ama Gazze'de yetim olmak daha zor diyor Mine Dalal El Samuni, Gazze'den bize selam gönderdiği mektubunda.
Mektubu okuyunca daha bir anlıyorsunuz yetim olmanın nasıl bir şey olduğunu. Annesizliğin, babasızlığın, bir de üstüne üstlük Gazze'de yetim olmanın nasıl bir şey olduğunu. Yetim Gazze'nin kalbinden bize ve tüm dünyaya seslenen kardeşimiz, her sabah bomba sesleri altında uyanmanın nasıl bir şey olduğunu, İsrail saldırıları karşısında bütün dünyanın kendilerini nasıl yalnız bıraktığını haykırıyor satırlarında. İşte Gazze'nin kalbinden bir yetimin feryadı ve Gazze'de hayat...
"Şefkatli amcacığım Şerafettin Mollaoğlu
Allahın selamı, rahmeti, bereketi üzerine olsun. Allah seni bütün kötülüklerden korusun.
Bu mektubumu size Yetim Gazze'den yazıyorum
Ben Mine Dalal EL Samuni. 1998 Yılında bir gece yarısı İsrail'in bomba sesleri eşliğinde doğurmuş annem beni...
Babam bir atölyede işçi olarak çalışıyordu ve yedi kardeşim vardı. Babamın aldığı maaş bize yetmiyordu ama annem vardı, babam vardı, kardeşlerim vardı, mutlu bir aile hayatımız vardı. Gazze'ye uygulanan ambargo, İsrail'in ani baskıları ani saldırıları olsa da bir nebze alışmıştık bu hayata hayat her şeye rağmen devam ediyordu.
2009 yılına kadar bütün olumsuzluklara rağmen yaşıyorduk ne kadar da fakir olsak sıkıntılı bir hayat yaşasak da bu hayata alışmıştık.
2009 yılında İsrail askerleri evimize girdiler evi boşatmamızı istediler. Evde dedemler ve amcamlar da vardı. Evimizi terk ettik. Mahallemizdeki bir okula yerleştik. Komşularımız da vardı okulda 95 kişiydik Bir gece İsrail askerleri okulu bombalamaya başladılar karanlıktı, elektrikler yoktu, biz 25 kişi aynı aileden okulun bir sınıfında okuyorduk okul bombalanmaya başladığında uykudaydık bomba sesleriyle yandık. Babam, annem, dedem, amcalarım bizi korumaya çalışıyorlardı. Uyandığımda hastanedeydim. Bir ayağımı kesmişler vücudum da sarılıydı. Bu saldırıda 25 kişilik akrabalarımızdan geride sadece ben sağ olarak kurtulmuşum. Annem, babam dedem, amcalarım altı kardeşim, kuzenlerim, yengelerim hepsi şehit olmuş. Onların şehit olduğunu saldırıdan bir ay sonra öğrendim. Ne annemin ne de babamın ne de kardeşlerimin cenazesini gördüm. Ben hastaneden iyileşip taburcu olduğumda saldırı olalı üç ay geçmişti.
Şimdi 12 yaşındayım ve hayata tek başıma tutunmaya çalışıyorum. Bir ayağım yok bastonla yürüyorum. Gazze'de bir yetimhanede kalıyorum nasip olursa bu yıl ilkokulu bitireceğim.
Sevgili Amcacığım Şerafettin
Sizi gecen yıl tanıdım -Allah sizden razı olsun burada bize sahip çıkan ağabeylerimiz ablalarımız var, sizi ve Cansuyu Derneği'ni gecen yıl tanıdım. Her ay yardımlarınızı alıyorum. Bu yardımlarla okul ihtiyaçlarımı ve özel ihtiyaçlarımı karşılıyorum.
Geçen kurban bayramında beni aradığınızda çok sevindim sizi tanımıyorum sadece sizin ve derneğinizin adını biliyorum her namazdan sonra anneme babama kardeşlerime şehit olan diğer akrabalarıma ve size dua ediyorum. Siz bana sahip çıkana kadar kendimi çok yalnız hissediyordum. Babam şehit olsa da artık bana sahip çıkan beni unutmayan beni arayan soran manevi bir babam olduğunuz için çok mutluyum. Allah sizi korusun cennette peygamberimize sizi komşu kılsın.
Bu yetimhanede 125 yetim kalıyoruz bazı arkadaşlarımızın anneleri yaşıyor ama maddi durumları iyi olmadıkları için bu yetimhanede kalıyorlar. Büyüyünce doktor olmak istiyorum. Türkiye'yi çok seviyorum bazen Türkiye'yi televizyondan izliyorum.
Yetim olmak zor ama Gazze'de yetim olmak daha zor...
Sabahları annelerimizin sesiyle değil İsrail uçaklarının bomba sesleriyle uyanıyoruz.
Babalarımız okula giderken cebimize harçlık koymuyor.
Hastalandığımızda annelerimizin sıcak çorbalarını içemiyoruz.
Oynayacak parklarımızda yok.
Yetim Gazze'nin kalbinden tüm dünyaya sesleniyorum:
Tüm vicdan sahiplerine!
Batıya!
Doğuya!
Tüm İslam ülkelerine!
Ve Müslüman kardeşlerime!
Bizi yalnız bıraktınız!
Feryadımızı duymadınız!
Siz ey batının ve doğunun çocukları !!!
Annesizliğin ve babasızlığın ne olduğunu bilir misiniz?
Siz ey insan haklarından bahseden batı!
Bizden hiç bahsettiniz mi?
Sizin insan hakları Gazze için çalışmaz mı? Gazze'de insan yok mu?
Ve siz ey Müslümanlar!
Ey Allaha ve Kuran'a inanan Müslümanlar!
Feryadımızı duymadınız, gözyaşlarımızı silmediniz!
Bizi zalim İsrail'in acımazsız saldırılarında yalnız bıraktınız.
Size hakkımı helal etmiyorum!
Size hakkımı helal etmiyorum!
Size hakkımı helal etmiyorum!"
Yetim Mine Dalal ELSAMUNİ
10\12\2010
Gazze

sevgili arkadaşlar kurtubalilar olarak bir yetimi kucaklamaya ne dersiniz

2 Şubat 2012 Perşembe

Dindar nesil polemiği

Siyaset Bilimci, Siyaset Sosyoloğu Prof.Dr. Ali Yaşar Sarıbay

Ben "Biz muhafazakar demokrat bireyler yetiştireceğiz" söyleminden ziyade "Biz demokrat bireyler yetiştireceğiz" şeklinde bir söylemi beklerdim. Çünkü AK Parti'nin gerek demokratik açılım, gerek vesayetin kaldırılması adı altında yaptığı bütün işlerin sonunda ancak demokrat vatandaş yetiştirme hedefi çıkar. Ama dindar dediğiniz zaman bu farklı bir şeydir ve endoktrinasyon (birisine veya bir topluluğa görüş, düşüngü aşılama ya da fikir telkin etme) dediğimiz tarzı kapsar.

Laik bir devlette hükümetin böyle bir yaklaşımı olamaz. İnsanlar dindar da olabilir, ateist de olabilir; bu siyasi otoritenin karar verebileceği ve yönlendireceği bir şey değildir. Dindar insandan kötülük gelmez gibi bir beklenti varsa o ayrı bir şey, onu bilemem. Ama benim beklediğim söylem daha farklıydı; çok doğru bulmadım. "Demokrat birey yetiştirme hedefindeyiz" denilseydi kendi politikalarıyla daha tutarlı olurdu ve mantıksal olarak kendilerinden beklenen bir yaklaşım olurdu.

Siyaset Bilimci Prof.Dr. Mehmet Ali Kılıçbay

Öncelikle bir ülke eğer laik ve demokratik ise değil bireylerin dini görüşlerini etkilemesinin yanlış olması, böyle bir ifadenin yer alması, gündeme düşmesi bile başlı başına bir hatadır. Devlet bireyin hiçbir şeyine karışamaz. Ne dinine, ne diline, ne ahlakına ne de başka bir şeyine... Genel yasal bir sistem vardır, -ki bunun insan haklarına saygılı bir yasal sistem olması lazım "Hukuk Devleti" dediğimiz zaman bunu kastediyoruz- her yasa mutlaka hukuk demek değildir, yasalar bazen son derece baskıcı olabilir, burada demokratik yasalardan ve demokratik bir yasal sistemden söz ediyoruz; eğer demokratik bir yasal sistem kurulmuşsa yasalarla ihtilafa düşenler yasalar önünde hesap verirler. Bunun dışında devletin bireye herhangi bir şekilde don biçmeye hakkı yoktur.

Selçuk Üniversitesi Sosyoloji Böl. Öğr. Üy. Prof. Dr. Yasin Aktay

Demokratik laik devletlerin böyle bir misyonu olmaz. Ama siyasi partilerin böyle bir hedefleri ve politikaları olabilir. Devlet aygıtının böyle misyonu yoka ama partiler kendi iç politikaları çerçevesinde bunu yapabilir. Ancak unutulmamalıdır ki, dindarlık empoze edilebilecek bir şey değildir.

Dindarlık genellikle insanların özgür iradeleriyle ebeveynin tercihleriyle şekillenebilir. Kaldı ki siz ne kadar dindar bir birey yetiştirmeye çalışırsanız çalışın, çocukların özgür irade ile tercih yapmalarının önü her zaman açık
olmalıdır. Devlet, birey ve ebeveyn arasına giremez. Ama partiler aksini düşünebilirler. CHP bugüne kadar gerçekten de tamamen seküler, dinsiz demesek bile dine kayıtsız bir nesil yetiştirmeye çalıştı; bu gerçek. Öğrencileri dinden
uzaklaştırmak konusunda elinden geleni yaptı, dindarlığın miktarına ne kadar dindar olunacağına da kendisi karar verdi.

CHP'nin ilahiyat fakültelerini kendilerinin kurduğunu söylemesi önemlidir çünkü var olan ilahiyat fakültelerini yine kendileri kapatmıştı. Kendisi kapatmış, sonra "Bu kadar fazla oldu" diyerek açan yine kendisi olmuştur. Laik devletin misyonu konusundaki tartışmalara bakarsak, Sayın Başbakan'ın söylemini çok onaylamıyorum, üzerinde çok düşünülmemiş bir söylem olduğunu düşünüyorum. Yarın öbür gün biri gelir, sizin çocuğunuzu başka türlü yetiştirmek istediğini söyler. Toplumun önünü açmak gerekiyor. Ama Erdoğan devlet imkanlarını kullanarak değil de, kendi sivil toplum kanallarını kullanarak böyle bir nesil yetiştirme hedefinde olabilir; bu da doğru bir şeydir.

Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Sosyoloji Böl. Öğr. Üy. Doç.Dr. Mazhar Bağlı

Modern dünyada devletlerin herhangi bir ideoloji veya düşünceyi bireylere empoze etmesi temel ilke olarak doğru karşılanmıyor. Devletin temel görevleri dışında bir sivil toplum görevi olarak bakılıyor. Fakat şöyle bir durum var; Türkiye'de buna karşı gelinse de dünyada bu alanda yasal düzenlemeler yapılıyor. STK'lardan, dini cemaatlerden, kiliselerden görüş alıyorlar ve gençlerin doğru karar veremediklerini düşündükleri alanlarda devlet korumasında olmaları gerektiğine dair yaygın bir kanaat var. Türkiye'de bunu dile getirdiğiniz zaman iş sosyo-psikolojik eksenden
siyasi mecraya kayıyor. Bundan dolayı işin akademik, teorik kısmını tartışamıyoruz bir türlü. Ama siyasi partiler, bir ülkede daha dindar kesimin oluşması için gerekli birtakım projeleri yapabilir. Diğer partiler de başka alternatifler sunar. Böyle bir özgürlük varsa sorun yok. "Sadece benim dediğim olacak" yaklaşımı doğru değildir. Muhalefetin de başka toplumsal projeyi rahatlıkla sunabilmesi, uygulamak istemesinin önü açıksa bir sorun yok bence. Başbakan'ın dindar bir gençliğin yetişmesini arzu etmesi özü itibariyle yanlış değildir. Sana izin vermem, böyle yetişecek derse sorun olur. Demokraside siyasi merkezler proje üretirler, topluma sunarlar, toplum hangisini kendisine yakın görürse onu seçer.

(Haberturk.com'dan alıntıdır.)

SİZ NE DERSİNİZ?